KOMÜNİZMİN KARANLIK DÜNYASI

7 Haziran 2012 Perşembe

Komünist terörün felsefesi: İnsanın hayvanlaştırılması

Komünist vahşetin gerçek sebeplerini iyi incelemek gerekir. Sorun, sadece Lenin veya Stalin gibi diktatörlerin kişisel hırs ve zalimlikleri midir? Yoksa sorun, Darwinizm kaynaklı komünist ideolojinin uygulanması mıdır? Konuyu incelediğimizde, ikinci seçeneğin doğru olduğunu görürüz. Vahşet, komünizmin felsefesinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu olgunun temelinde, insanların bir “havyan türü” olarak görülmesi yer alır.

Marx ve Engels gibi materyalist ideologların ortaya attığı komünizm yanılgısı, 20. yüzyılı kana boğan bir ölüm makinesi olmuştur. Komünizm, insanlığa korkunç cinayetler, işkenceler, sürgünler, çalışma kampları, kıtlıklar, toplumsal baskılar ve korkulardan başka bir şey getirmemiştir.

Komünizm insanı hayvan türü olarak algılar


Bu olgunun temelinde, insanların bir “havyan türü” olarak görülmesi yer alır. Komünizm, Marx’ın ısrarla belirttiği gibi, Darwin’in evrim teorisine dayanmaktadır ve bu teori insanı “gelişmiş bir hayvan” olarak tarif etmektedir. Dahası, insanlar arasında çatışmanın, baskının, zulmün, güç mücadelesinin doğal ve meşru olduğunu telkin etmektedir. Bu felsefeyi benimseyen bir insanın elinde yeterli güç ve imkan bulunduğunda, her türlü zulüm ve vahşeti işlemesi çok kolaydır.

Nitekim geçmişe baktığımızda, komünistler tarafından işlenen vahşetlerde, insanların “hayvan türü” olarak görülmesinin büyük rol oynadığı açıkça görülür. Komünist ideologlar, karşıtlarını birer hayvan olarak tanımlamış, dahası yönettikleri insanları da psikolojik olarak “hayvanlaştırmaya” yönelik bir politika izlemişlerdir. Komünizmin Kara Kitabı’nda, söz konusu politika şöyle açıklanmakta:
“Adam öldürmek bir eğitim gerektirir; herkes komşusunu öldürmekte bir kararsızlık yaşar, buna karşı uygulanabilecek en etkili eğitim, kurbanının insanlığını yadsımayı, ona geçici olarak “insan değilmiş gibi görmeyi” öğretmektir. Alain Brossat haklı olarak şöyle yazar: “Barbar temizlik ayini, ölüm makinesinin tam verimle çalışması, işkence söylemleri ve uygulamalarında ötekinin hayvanlaştırılmasından, düşsel ve gerçek düşmanların hayvanlar dünyasına sokulmasından başka bir şey değildir….” (Alain Brossat, Un Communisme Insupportable, Paris, L’Harmattan, 1997, s. 265)

Komünizmin vazgeçilemeyen içgüdüsü: Terör vahşeti

Lenin: “Bazı kimseler bizi zalimliğimiz sebebiyle ayıpladıkları zaman,bu kişilerin en basit Marksist prensipleri dahinasıl unutabildiklerine hayret etmekteyiz.” 1

Komünizm, geçtiğimiz 20. yüzyıla damgasını vurmuş bir ideolojidir. Ama bu damga, sadece baskı, zulüm, kan ve gözyaşı doludur. Tarihçilerin hesaplamalarına göre, sadece bu ideoloji nedeniyle 20. yüzyıl boyunca 120 milyon insan öldürülmüştür. Bunlar, bir savaş sırasında cephede ölen askerler değil, komünist devletlerin kendi halklarının içinden öldürdükleri sivillerdir. 120 milyon erkek, kadın, yaşlı, küçük çocuk, bebek, sadece “komünizm” denen bu soğuk, katı, sert ve vahşi ideoloji nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Dahası, komünist rejimler tarafından temel hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılan, göçe zorlanan, sistemli olarak kıtlıkla yüz yüze getirilen, hapsedilen, çalışma kamplarında köle olarak kullanılan on milyonlarca insan vardır. Milyonlarca insan da komünist gerilla gruplarının, terör örgütlerinin kurşunlarına hedef olmuş veya hedef olma korkusu altında yaşamıştır.
Peki bu ideolojinin kökeni nedir? Nasıl olmuştur da bu kadar kanlı ve acımasız bir dünya görüşü, dünyanın dört bir yanında taraftar bulmuş, devrimlerle iktidara gelmiş, milyonları ardından sürüklemiştir? Komünizm nerede doğmuş, nasıl büyümüş ve nasıl sona ermiştir? Gerçekten sona ermiş midir, yoksa hala dünyayı ve ülkemizi tehdit etmekte midir?

Katliam ve şiddet, komünizmin teorisinde vardır

1917′den bu yana 120 milyona yakın insanın ölümüne yol açan komünizmin fikir babaları Marks ve Engels, devrimin her zaman kuvvet zoruyla olacağını savunurlar.
Devrimciler, hakim güce karşı şiddet kullanmak zorunda oldukları konusunda ısrarlıdırlar ve her zaman terörizme verdikleri desteği açıkça belirtmişlerdir.2

Terörü prensip olarak hiç reddetmedik ve hiçbir zaman da reddetmeyiz.3

Komünist ideoloji Darwinizm’le hayat bulmaktadır

Bugün komünist rejimlerin dünyanın pek çok ülkesinde iktidarda olmaması veya siyasi olarak etkinliğinin azalması pek çok kişinin “komünist ideoloji yokoldu” şeklinde yanlış bir yargıya varmasına neden olmuştur. Oysa komünizm her ne kadar siyasi olarak etkinliğini yitirmişse de, komünizmin fikri temeli olan materyalist dünya görüşü dünyanın pek çok ülkesinde, toplum hayatının pek çok safhasında etkinliğini korumaktadır. Bu nedenle geride bıraktığımız asırda milyonlarca insanı ölmesine neden olan, zulmün, çatışmanın ve acımasızlığın hakimiyetini hedefleyen komünist ideolojinin hangi unsurlarla hayat bulduğunu doğru anlamak son derece önemlidir. Çünkü bir ideolojinin yıkılması, ancak o ideolojiyi besleyen hayat damarlarının kesilmesi ile mümkün olur.

Komünist ideoloji 150 yıl boyunca milyonlarca insana zulmetti. Ancak bu zulmün arkasında, çoğu insanın pek dikkat etmediği bir başka dünya görüşü yatıyordu. Tüm materyalist akımların olduğu gibi komünist ideolojinin de fikri dayanağı Darwin’in evrim teorisiydi. “Şiddet ve çatışma değişmez doğa yasasıdır” diyen Darwin bu görüşüyle milyonlarca masum insanın ölümüne sebep olacak ideolojilerin de temelini atıyordu. 20. yüzyıl dünya tarihine “çatışmaların, savaşların, acıların ve zulmün yüzyılı” olarak geçti. Bunun en önemli nedeni ise 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tüm dünyayı kasıp kavuran, adeta kan gölüne çeviren sömürgecilik, vahşi kapitalizm ve komünizm gibi ideolojilerin giderek yaygınlaşması ve dünyaya hakim olmasıydı. Ancak kuşkusuz milyonlarca masum insanın zulüm gördüğü ve katledildiği komünist rejimler, dünyaya hakim olan şiddet ve anarşinin en aktif unsurları oldular.

Stalin nasıl komünist oldu?

Dindar bir ailenin çocuğu olan Stalin çocukluk yıllarında din adamı olmak istiyordu. Ancak öğrenimi sırasında Darwin’in evrim teorisi ile tanışan Stalin önce Darwinizm’i daha sonra da Marksizmi benimsedi.

Stalin, 1879′da Gürcistan’daki küçük bir kasabada fakir bir ailenin çocuğu olarak doğdu. İsmi, Iosif Vissarionovich Djugashvili idi. Rusça’da “Demir Adam” anlamına gelen “Stalin” ismini, 1913′ten sonra kullanmaya başlayacaktı.

Stalin’in annesi dindar bir kadındı. Binbir güçlükle yetiştirdiği oğlunun bir din adamı olmasını istiyordu. Bu nedenle onu Gori’deki bir Kilise okuluna yazdırdı. Burada 5 yıl boyunca öğrenim gören Stalin, okulunu bitirdiğinde, Tiflis’teki din enstitüsüne girdi ve Gregoryen Ortodoks Kilisesi’nde bir rahip olabilmek için çalışmaya başladı. Ancak tam bu sıralarda, okuduğu bazı kitaplar Stalin’in tüm dünya görüşünü değiştirdi. O zamana kadar dindar bir annenin dindar bir çocuğu olan Stalin, Allah’a ve dine olan tüm inancını yitirdi ve bir ateist oldu.

Stalin’in Ateist Olmasına Neden Olan Kitap Darwin’indi

Komünizmin din düşmanlığı

Geçtiğimiz yüzyılda tüm dünyaya bela, acı, zulüm, vahşet getiren ideolojilere baktığımızda da, yine başlarında bulunan liderlerin acımasız ve dinden uzak kişilikleri karşımıza çıkar. 20. yüzyılda, Kuran’da söz edilen Firavun karakteri ile özdeşleşen kişilerin başında Rus ve Çin devrimlerinin kanlı liderleri Vladimir Lenin, Joseph Stalin ve Mao Tse-Tung, onların fikir babaları Karl Marx ve Friedrich Engels gibi dinsiz ve zalim liderler gelir.

Komünizmin dine düşman olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Marx, Engels, Lenin, Stalin, Trotsky, Mao veya bir başka komünist ideoloğun yazılarına bakıldığında, bunun açıkça ifade edildiği görülebilir. Marx, dini kendince “halkın afyonu” olarak tanımlamış ve sözde “fakir halk kesimlerini uyutmak için yönetici sınıf tarafından oluşturulan bir kültür” diye tarif etmiştir. Dahası, komünizme ulaşmak için de dini inançların yok edilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Engels, kitaplarında “insanın maymundan geldiğini” ileri sürerken, dinin de sözde bu evrim sürecinin bir aşamasında ortaya çıktığını iddia etmiştir.

Peki komünistler dini yok etmek amacıyla nasıl bir politika izlerler? Bu soruya ilk kapsamlı cevabı Lenin vermiştir. Lenin’in 1909 yılında Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin (sonraki Komünist Parti) lideri olarak yazdığı ve Proleterya dergisinde yayınlanan “Proleterya Partisinin Din Konusundaki Tutumu” başlıklı makalede şunlar yazılıdır:

Komünist bölücü terörün kaynağı Darwinizmdir

Darwinizm bölücü terörün gıdasıdır. Bu nedenle Darwinizm fikren ortadan kaldırılmalıdır.
Bunun yolu ise insanlara sorumsuz bir hayvan olmadıklarını, Allah’ın yarattığı,
ahirette yaptıklarından hesap verecek bireyler olduklarını anlatmaktır.
Darwinizm’in yalanlarına göre, hayat bir mücadele ve savaş yeridir. Hayatta kalabilmek için bu savaştan galip çıkmak, yani kıyasıya savaşmak gerekir. İnsanlık tarihinin bir çatışmadan ibaret olduğunu ve gelişmenin savaşmakla mümkün olduğunu iddia eden komünizm ve faşizm, Darwinizm’in bu temelsiz iddialarından dayanak bulmuştur.
Masum insanları acımasızca katleden, sorunların şiddete başvurarak çözülebileceğini sanan, çatışmanın kaçınılmaz olduğuna inanan bölücü terör de Darwinist telkinlerle beslenmektedir. Darwinizm, bölücü terörün gıdasıdır. Bu zehirli gıda artırıldığında, yani Darwinist iddialar desteklenip gündemde tutulduğunda, bölücü terör güçlenip kuvvet kazanır. Bu gıda kesildiğinde, yani Darwinizm’in yalanları ifşa edilip bilimsel olarak geçersizliği gözler önüne serildiğinde, bölücü terör de son bulur.
Evrim teorisi, ortaya atıldıktan kısa bir süre sonra biyoloji ve paleontoloji gibi bilim dallarının dışına çıkarılarak, insan ilişkilerinden tarihin yorumlanmasına, politikadan toplum hayatına kadar birçok alanda, belli çevreler tarafından, etkili hale getirilmiştir. Özellikle de Darwinizm’in “doğanın bir mücadele ve çatışma yeri olduğu” yalanı toplumlara uygulandığında,
- Hitler’in üstün ırkı oluşturma saplantısı,
- Marx’ın “İnsanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir.” yanılgısı,

KOMÜNİST ÇİN DOĞU TÜRKİSTAN’A GÖZ AÇTIRMIYOR

1.BÖLÜM

Çin’in en batı noktasında yer alan Doğu Türkistan yaklaşık iki asırdır işgal altındadır ve özellikle son elli yıldır komünist Çin yönetiminin despot rejimi altında ezilmektedir. Doğu Türkistan Müslümanlarının bekledikleri yardım ise dünyanın dört bir yanındaki vicdanlı insanlar için son derece kolaydır: Bu komünist zulmün sona ermesi için fikri bir mücadele yürütülmesi ve yaşanan zulmün tüm dünyaya duyurulması için çaba sarf edilmesi…
Çin, 20. yüzyıla, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya ve Rusya gibi ülkelerin baskıları altında ezilmiş ve paramparça olmuş bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde girdi. Ülkede imparatorluk rejimi yıkıldıktan sonra, on yıllar boyunca güçlü bir merkezi otorite kurulamadı. Ancak 1949 yılında iktidara gelen Komünist Parti ile birlikte, Çin kısa sürede büyük bir korku rejimine dönüştü. Bu dönüşüm sürecinde on milyonlarca insan söz konusu kanlı ideolojinin baskıcı ve totaliter uygulamaları nedeniyle hayatını kaybetti. İktidarını ancak şiddetle muhafaza edebilen ve komünizmin belki de en acımasız ve en vahşi uygulamasını yürürlüğe koyan Çin Komünist Partisi, tüm Çin halkı için tek tip bir yaşam ve düşünce tarzı belirledi. Bu dönem boyunca, komünist iktidarın kurallarına uymayanlar ise acımasızca yok edildi.
KOMÜNİST ÇİN’İN DOĞU TÜRKİSTAN DÜŞMANLIĞI
Söz konusu komünist vahşetin en çok hedefi olan bölge ise, Uygurlu Müslüman Türklerin yaşadığı Doğu Türkistan’dır. Çin’in en batı noktasında yer alan Doğu Türkistan yaklaşık iki asırdır işgal altındadır ve özellikle son elli yıldır komünist Çin yönetiminin despot rejimi altında ezilmektedir. Doğu Türkistan, Çin’in propagandaları neticesinde dünya kamuoyu tarafından ‘Xinjiang’ -Sincan- (Çince “yeni kazanılmış topraklar”) olarak tanınmaktadır ve çoğu insan bu topraklarda yaşanan insanlık dramından habersizdir. Oysa nüfusun çoğunluğunu Uygur kökenli Müslümanların oluşturduğu Doğu Türkistan’da, Çin Komünist Partisi tarafından, Çin’in hiçbir bölgesinde yaşanmayan boyutlarda şiddet ve baskı uygulanmaktadır. İşkence, idam, çalışma kampları, dini baskı Doğu Türkistan’da uzun yıllardır günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir. (www.doguturkistan.com)
Müslümanlar sadece dinlerini yaşamak istedikleri için tutuklanmakta, işkenceleri ile ünlü Çin hapishanelerinde aylar, hatta yıllar boyunca tutulmakta, özgürlük ve demokrasi taleplerini dile getirenler acımasızca idam edilmektedir. Bunun yanı sıra Çin’in asimilasyonist politikaları Doğu Türkistan’ın çoğunluğunu oluşturan Müslümanların, dillerini konuşmalarını, kültürlerini devam ettirmelerini engellemekte ve hatta diledikleri kadar çocuk sahibi olmalarını bile yasaklamaktadır. Doğu Türkistan müslümanlarının hacca gitmelerine, oruç tutmalarına ve namaz kılmalarına engel olunmaktadır. Bu baskılar komünist ideolojiyle yakından bağlantılıdır.
KOMÜNİSTLERİN MATERYALİST DÜNYA GÖRÜŞÜ

PKK ile Gelinen Mücadelede Ortak Nokta: Fikri Mücadele Şart

Bugün sık sık gündeme getirilen PKK’nın Marksist-Leninist kökleri, aslında ilk kez ne zaman deşifre oldu?

PKK terörüne karşı fikri mücadelenin gerekliliği konusunda sağlanacak görüş birliği, niçin hayati bir önem taşır?


PKK’ya yönelik olası sınır ötesi bir operasyonun sıcak gündemi oluşturduğu şu günlerde, askeri bir harekatın yanı sıra terör örgütü ile fikri platformda da mücadele edilmesinin gerekliliği sıkça dile getirilmeye başlandı. Gerek siyasi çevrelerde gerekse basında geçtiğimiz ay boyunca bu konu hakkında çok fazla konuşuldu ve yazıldı. Dile getirilen görüşlerde, ağırlıklı olarak üzerinde durulan ortak bir nokta vardı: PKK’nın Marksist-Leninist, komünist ve ateist bir örgütlenme olarak nitelendirilmesi…

Son olarak yabancı basının en prestijli yayınlarından biri olan Washington Times’da da aynı nitelendirmenin yapıldığı bir haber yayınlandı. PKK’nın ideolojik yapısı hakkında ortak bir nitelendirme yapılmış olması ve bu yapının özellikle vurgulanması son derece önemlidir. Çünkü bu, aynı zamanda mücadele edilecek hedefi de işaret etmektedir.

Fikri Mücadelenin Gerekliliğinde Görüş Birliği

Bölücü Örgütün Gizlemeye Çalıştığı Komünist Kimlik

Komünizm tehlikesi, yanı başımızda hala yaşıyor. Bölücü terör örgütü, çeşitli taktiklerle bu gerçeği özellikle bölge vatandaşlarımızdan gizlemeye çalışsa da, her eylemi, her sloganı ve her bildirisiyle komünist ve ateisttir. En önemlisi de, attığı kanlı ve zalim adımları artırmak için her an pusuda beklemektedir.

“…”Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Batıla inanan ve Allah’ı inkâr edenler ise, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.”” (Ankebut Suresi, 52)
Geçen ayki yazımızda, Türkiye’nin bugünkü en aciliyetli konularından birinin, “komünist bölücü hareketin kökünün kurutulması” olduğuna dikkat çekmiştik. Terörü sona erdirmek için terörün kökeni konusunda doğru bir saptama yapmak gerektiğini vurgulamış ve sorunun çözümü için fikri mücadelenin gerekliliğinden bahsetmiştik.

Fikri mücadeleyi doğru yapabilmek için öncelikle terörü uygulayan, destekleyen ve planlayanların bağlı oldukları ideolojiyi çok iyi tanımak gerekmektedir. Bu ideoloji, hiç şüphe yok ki “komünizm”dir.

Uygur Müslümanları Komünist Çin İşgaline Direniyor!

1953 yılında Adnan Menderes Hükümeti’nin Bakanlar Kurulu kararı ile Çin zulmünden kaçan 1850 Doğu Türkistan’lı Müslüman-Türk’ün, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmasına izin verilmişti. Doğu Türkistan’lı vatandaşlarımız Türkiye’ye gelişlerinin 50. yılını yine buruk kutluyorlar. Çin işgalinin tüm şiddeti ve acımasızlığı ile sürdüğü bir dönemde katliamdan kurtularak Hindistan’a geçen Doğu Türkistan davasının iki önemli ismi Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin 1953 yılında Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’yi içine alan bir geziye çıkmıştı. Mısır ve Suudi Arabistan’dan beklediği cevabı alamayan Uygur Müslümanları aynı dönemde Türkiye’ye geçti ve dönemin Başbakanı Adnan Menderes, TBMM Başkanı Refik Koraltan, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile bir görüşme yaptılar. Bu görüşmenin ardından harekete geçen Menderes Hükümeti yetkilileri ilk planda Hac maksadıyla Suudi Arabistan’da bulunan, ancak Çin zulmü nedeniyle ülkelerine dönemeyen 1850 Doğu Türkistan’lı Müslüman Uygurluyu iskanlı göçmen olarak Türkiye topraklarına davet etti.

Menderes Hükümeti’nin vermiş olduğu bu tarihi kararın ardından çeşitli vesilelerle Çin zulmünden kaçan binlerce Müslüman Uygurlu önce İstanbul’un çeşitli semtlerine, 1960′lı yıllarda ise Kayseri çevresine hicret etti. Türkiye’ye hicretlerinin 50. yılında Ankara’da bir şükran günü düzenleyen Doğu Türkistan’lı Müslüman soydaşlarımız, tüm dünyayı Çin zulmüne dur demeye çağırdı.
Doğu Türkistan Davası’na destek için kaleme aldığımız bu yazımızda, medeniyetler merkezi Doğu Türkistan’ın neden Çin işgali altında tutulduğunu inceleyeceğiz.

Komünizm gizleniyor

Yıkılışının 10. yıldönümünde SSCB yeniden diriltilmek isteniyor!
Sovyet Birliği’nin dağılmasının ve Türk Cumhuriyetleri’nin özgürlüğe kavuşmasının 10. yıldönümü… Peki gerçekten komünizm yıkıldı mı? Türk Cumhuriyetleri’ni hala askeri baskı altında tutan Rusya, SSCB’yi yeniden diriltmeyi mi amaçlıyor?
Bugün Marksizm’e inanan çok sayıda aydın ve örgüt tarafından hararetli bir şekilde savunulan bir iddia var. İddia şudur: Marx’a göre bir toplum belirli evrelerden geçmelidir. Önce kapitalizmi yaşamalı, ardından sosyalizme ve sonra da komünizme ilerlemelidir. Oysa Rusya’da ve diğer 20. yüzyıl komünist rejimlerinde tarım toplumundan sosyalizme doğru ani bir geçiş olmuştur. Aradaki kapitalist aşama atlanmıştır. Dolayısıyla Marksistler’e göre bu rejimlerin başarısızlığı doğaldır. Şu an bu ülkelerin kapitalizmi benimsemesiyle birlikte, Marx’ın sözünü ettiği “kapitalist aşama” yaşanacak ve ardından sosyalizm daha kalıcı ve güçlü olarak gelecektir.
Bu yorum, günümüzde hala Marksizm’e inanan pek çok kimsenin benimsediği yorumdur. Bunların arasında ise, ABD’li Stephen Jay Gould gibi önde gelen bilim adamlarından Avrupalı komünist partilere, Marksist aydın ve gazetecilerden, bölücü komünist terör örgütlerine kadar çok geniş bir kadro yer almaktadır.
Diyalektik Materyalizm Yaşadıkça Komünizm Yaşayacaktır

BÖLÜCÜ ÖRGÜTÜN GİZLEMEYE ÇALIŞTIĞI KOMÜNİST KİMLİK

Komünizm tehlikesi, yanı başımızda hala yaşıyor. Bölücü terör örgütü, çeşitli taktiklerle bu gerçeği özellikle bölge vatandaşlarımızdan gizlemeye çalışsa da, her eylemi, her sloganı ve her bildirisiyle komünist ve ateisttir. En önemlisi de, attığı kanlı ve zalim adımları artırmak için her an pusuda beklemektedir.
“…”Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Batıla inanan ve Allah’ı inkâr edenler ise, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.”” (Ankebut Suresi, 52)
Dergimizin geçtiğimiz ayki kapak yazısında, Türkiye’nin bugünkü en aciliyetli konularından birinin, “komünist bölücü hareketin kökünün kurutulması” olduğuna dikkat çekmiştik. Terörü sona erdirmek için terörün kökeni konusunda doğru bir saptama yapmak gerektiğini vurgulamış ve sorunun çözümü için fikri mücadelenin gerekliliğinden bahsetmiştik.
Fikri mücadeleyi doğru yapabilmek için öncelikle terörü uygulayan, destekleyen ve planlayanların bağlı oldukları ideolojiyi çok iyi tanımak gerekmektedir. Bu ideoloji, hiç şüphe yok ki “komünizm”dir.

UZAKDOĞU KOMÜNİZMİ

Tarihçilerin hesaplamalarına göre, komünizm nedeniyle 20. yüzyıl boyunca 120 milyona yakın insan öldürülmüştür. Bunlar, bir savaş sırasında cephede ölen askerler değil, komünist devletlerin kendi halklarının içinden öldürdükleri sivillerdir.
Komünizm, Avrupa’da doğmuş ve geçtiğimiz 20. yüzyıla baskı, zulüm ve acı damgasını vurmuştur. 120 milyona yakın erkek, kadın, yaşlı, küçük çocuk, bebek, sadece “komünizm” denen bu soğuk, katı, sert ve vahşi ideoloji nedeniyle yaşamını yitirmiştir.
Komünizm ilk devrimini daha doğuda, Rusya’da gerçekleştirmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise, daha da doğuya doğru ilerlemiştir. Nitekim 1949 yılında dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin, Mao Tse-tung’un önderliğindeki komünist gerillalar tarafından ele geçirilmiştir. Bu ikinci büyük devrimin sonuçları ise aynı birincisi, yani Bolşevik devrimi gibi olmuştur: Cinayetler, kitle katliamları, işkenceler, kıtlıklar, yoksullaşma, yozlaşma ve kendi içine kapalı, donuk bir korku toplumu…
1917′deki Bolşevik Devrimi’nden sonra, dünya ikinci kez bir komünist devrime şahit oluyordu. Bu ikinci devrimin de sonuçları, en az birincisi kadar kanlı oldu.

“Büyük Atılım” ve Büyük Kıtlık

Materyalizmin Kanlı Yüzyılı

20. yüzyıl büyük savaşların, soykırımların, katliamların yaşandığı çok kanlı bir asır oldu. Bu yüzyıl boyunca on milyonlarca insan savaş ve çatışmalar nedeniyle hayatını kaybetti, milyonlarcası yaralandı, sakat kaldı, milyonlarcası da evinden, yurdundan çıkmak zorunda kaldı. Yıllar süren savaş ekonomisi insanları her geçen gün daha büyük bir sefalete doğru sürükledi, açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle toplu ölümler yaşandı. Bu savaşlar sırasında en çok zulüm görenler ise savunmasız insanlar, kadınlar, yaşlılar ve masum çocuklar oldu. Bu savaşların ve zulümlerin sorumlusu çeşitli ideolojilerdi. Bunların başında ise, materyalist felsefeyi savunan, her türlü manevi değeri kökünden reddeden komünizm geliyordu. Komünist hükümetlerin iktidarda olduğu ülkelerde savaşların yıkıcı etkilerinin yanı sıra, insanlara sistemli bir zulüm ve beyin yıkama politikası uygulandı. Her türlü ahlaki ve manevi değeri kendilerine düşman bilen komünist yönetimlerin en büyük hedefleri ise dini değerler oldu.

Komünist bölücü terörün kaynağı Darwinizmdir

Darwinizm bölücü terörün gıdasıdır. Bu nedenle Darwinizm fikren ortadan kaldırılmalıdır. Bunun yolu ise insanlara sorumsuz bir hayvan olmadıklarını, Allah’ın yarattığı, ahirette yaptıklarından hesap verecek bireyler olduklarını anlatmaktır.
Darwinizm’in yalanlarına göre, hayat bir mücadele ve savaş yeridir. Hayatta kalabilmek için bu savaştan galip çıkmak, yani kıyasıya savaşmak gerekir. İnsanlık tarihinin bir çatışmadan ibaret olduğunu ve gelişmenin savaşmakla mümkün olduğunu iddia eden komünizm ve faşizm, Darwinizm’in bu temelsiz iddialarından dayanak bulmuştur.
Masum insanları acımasızca katleden, sorunların şiddete başvurarak çözülebileceğini sanan, çatışmanın kaçınılmaz olduğuna inanan bölücü terör de Darwinist telkinlerle beslenmektedir. Darwinizm, bölücü terörün gıdasıdır. Bu zehirli gıda artırıldığında, yani Darwinist iddialar desteklenip gündemde tutulduğunda, bölücü terör güçlenip kuvvet kazanır. Bu gıda kesildiğinde, yani Darwinizm’in yalanları ifşa edilip bilimsel olarak geçersizliği gözler önüne serildiğinde, bölücü terör de son bulur.

YAZAR HAKKINDA

ADNAN OKTAR’IN HAYATI ve ESERLERİ
1956 yılında Ankara’da doğan Adnan Oktar, Harun Yahya müstear ismi ile kitaplarını yazmaktadır. Hayatını tamamen Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini insanlara anlatmaya ve Kuran ahlakını yaymaya adamış olan bir kişidir. Üniversite yıllarından başlayarak, hayatının her döneminde, bu kutlu amaca hizmet vermiş ve hiçbir zaman zorluklar karşısında yılmamıştır. Bugün, hala büyük bir sabır ve kararlılık göstererek tüm baskılara karşın fikri mücadelesini devam ettirmektedir.Aşağıda, Adnan Oktar’ın özet biyografisini okuyabilirsiniz:
Adnan Oktar 1956 yılında Ankara’da doğdu ve lise eğitiminin sonuna kadar orada yaşadı.